30 Aralık 2010 Perşembe

Ben sporcunun

Zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklı, yahşıklı, güzel vücütlü, tatlı dilli olanını severim. Spor sevmem, sporcu severim. Ayrıca "spor" kelimesini fonetik açıdan da komik bulurum.
28 yaşındayım. Hobilerim arasında müzik dinlemek, kitap okumak, spor yapm... DAATT! O sonuncu olmadı! Fobilerimin arasına koysam olur ama. Ortaokulda altında kaldığım sağlık topu ve burnuma doğru yediğim sayısız basket topu sağolsun.. O nedenledir ki, topla oynanan sporları heeeç sevmem! Koşmayı da bilmem... Zira vücudum, 12 yaşından sonra hiçbir zaman koşmaya elverişli olmadı benim. Tenis ve benzeri raketli sporları da beceremem. Çünkü yer yer sa(ğ)lak, yer yer solak bir insan evladı olarak, raketin hangi elimde durması gerektiğine hiç karar veremedim. Yüzmek desen, genel olarak "bak ben su balesi yapabiliyorum!", "bak şimdi dalacam bacak arasından geçecem", "hadi nefes tutalım" gibi eğlencelerden ibaret benim için. Ama bişey diyim, çok hızlı yürürüm!!! Hatta bir de bişey itiraf edeyim, zamanında olimpiyatlarda mıydı bi yerde görmüştüm, sporcu insanların böyle sanki çişleri varmış da hem tuvalete yetişmeleri gerekiyormuş hem de kaçmasın diye kasıyorlarmış gibi hızlı hızlı yürüdükleri bir spor var (adını hala bilmem).. heh ben bir ara içten içe o sporu yapabileceğime, ülkemi en iyi şekilde temsil edip, altın madalyalardan beşi bir yerde dizebileceğime çok inanmıştım. Gerçekten.
Çocukken hepinizin yakartop oynamışlığı vardır illaki. Bazılarınız ona "yakantop" diyor. Olsun. Benim çocukluğumda çok modaydı. Sabahtan akşama kadar bi tarafımıza motor takmış gibi oynardık. Neyse gel zaman git zaman, aylar önce burda bir ganadalı arkadaşımla konuşuyorum, dodgeball modgeball birşeyler diyor bana. Enee dedim bu bizim yakartop! Bir an o günlere gittim, bi duygu seli içimde, gözlerim doldu, tutamadım kendimi "aay ben de çok severiiim" dedim. Sen nerden seviyosun dunkof!!! En son ne zaman oynadın diye sorsa biri ne dicen?! Ayrıca elin oynadığıyla, senin sokakta üç beş sümüklü arkadaşınla oynadığın bir mi?! Ganadalı da demez mi "ar yu kidin mi! bizim de yeni sezonda kız oyuncuya ihtiyacımız vardı. illa gel de gel!".Sezon ne ya! Lig diyo, playoff diyo, şöyle diyo, böyle diyo, benim nefesim darlanıyo, gözlerim kararıyo... "Yeaa benim ülkemde bu değişik biraz... bunun kuralları... yani benim sevdiğim bu olmayabilir... boşver canım ben oynamayayım" diyorum.. Israr kıyamet en sonunda tamam dedirtti bana!
İlk maç günü geldi çattı. O günün sabahı söylemesi ayıp bir ishaliiiiim! Heyecandan hep. Neyseki geçti sonra ama karnımdaki gök gürültüsü kaldı. İnsanlarla sosyalleşme konusunda pek de sıkıntı yaşamayan ben, o gün takım arkadaşlarımla ilk buluşmamda yabani bir öküze dönüştüm. Evcili var mı demeyin olabilir... Tabii gitti benim bütün özgüven!
İlk maçta yapılabilecek bütün hataları yaptım. 2.sinde nispeten daha az hata yaptım. 3,4 derken özgüvenim yavaş yavaş gelmeye başladı çok şükür yoksa finalde kendimi sahanın ortasında kesmeyi planlıyordum.
Geldik finaleee! Yine aldı mı beni bir ishal! Biliyorum başıma birşey gelecek! 1. sıradaki takımla oynuyoruz, biz 2.yiz. Zaten sadece 2 takım var deermişim... yok. 8 takım var. Son rounddayız berabere. Yani aldık aldık! Enee bi baktım sağım solum önüm arkam bomboş! Herkes vurulmuş, saha dışında. Eşşedüennaaa diye başladım içimden. 5 dakika cephede tek başıma savaştım. Yaşadığım stresi sen sorma ben de söylemeyeyim. Kan çekiyorlar sanki bir yerimden. Ya arkadaş Türkiye'den kopmuş gelmiş, en son 10 yaşında yakartop oynamış, koşarken kolunu bacağını nereye koyacağını bilmeyen kızı niye bırakırsınız bir başına orda?! Velhasıl kelam verdiğim zorlu mücadeleden yenik ayrıldım. Ayrıldık yani. Takımca.
Sen şu yaşına kadar bireysel tek bir spor bile yapma, sonra gel milletin memleketinde takım sporu yapmaya kalk. Hokey takımına da mı girsem acabağ?!?

23 Aralık 2010 Perşembe

biiir şar kı sın seeen

Ben ortaokuldayken kendim her ne kadar ezik bir öğrenci olduysam da(ki çok eziktim), havasıyla gurur duyduğum tek şeyim Yamaha flütümdü. Kendinden havalı ama ezik Helvacıoğlu flütlü sınıf arkadaşlarımla gizli bir rekabete girmiştim o zamanlar. Flütümle. 
Fakat nihayetinde bahsi geçen enstrüman bir flüt! Bırak Yamaha'yı, Ferrari dese "bi tane flüt yapacaz son model, g'ye özel.. alsın çalsın vüüü vüüü", müzik hocası dahil bir insan evladı da "aa bakıyım flüdüne" demez! 
Helvacıoğlu'nun yanında kemik rengiyle elegant; yuvarlak hatlarıyla ele avuca gelen pörfekt bir leydi kıvamındaki flüdüm, ilk müzik dersinden sonra elimde bir canavara dönüştü. Gizmo'ydu, Gremlin oldu! Bense müzik hocasının ezici bakışlarının altında, bütün sınıfın özellikle de havalı olanların gözleri önünde, "bu parmak bu deliğe değildi! bu nota hangisiydi yeea.." paniğini yaşarken içimde, Yamaha canavarından çıkan tarifi imkansız ama hepimizin bildiği sesle(TİAHBS) yüzü mora çalan bir zavallı oldum.
Aradan 1 yıl geçti, ben azcık daha sosyal, biraz daha uzun saçlı bir kız oldum. Zira 1 sene önceki ezikliğimde ergen çirkin ördek yavrusu suratımın üstünde duran 70'li yıllar solcu erkek traşı saçımın etkisi yadsınamaz. Yine tabii malum olmazsa olmaz müzik dersleri ve hayatım boyunca bir daha elime başka enstrüman almamama sebep flüdüm. Fakat bu kez işler farklı yürümeye başladı. Birkaç özgüveni bol(havalılar grubundan) arkadaş, TİAHBSi çıkarınca gülmeye başlayıp işi dalgaya vurunca, önce bana sonra tüm sınıfa rahatlama geldi. 
Öyle bir iki ders flüt çalarken gülmece, çalanı güldürmece derken hoş beş geçti. Fakat hatırladığım kadarıyla müzik hocası bu durumdan pek hoşlanmamış olacaktı ki, daha sonraları derste gülmek, üstelik hem gülüp hem kendini tutup hem flüde üflemek çin işkencesi halini aldı. Ölsem de kurtulsam diye dualar ettiğim flüt sözlülerinde ömrümden ömür gitti... Sıra arkadaşıma "nooluur beni güldürme bak litfen!" diye yalvarıp derste yüz yüze bakamaz, göz göze gelemez oldum. Bir dönem hiç unutmam, müziğim 4 gelmişti de anneciğimden babacığımdan nasıl utanmıştım. 
Bu saçmalık böyle lise 2'ye kadar sürdü. Yanılmıyorsam. Sanırım yanılmıyorum. Neyse ki yeni müzik hocamız nispeten daha vicdan sahibi biri çıktı da yakarışımıza kulak verip "iyi ben size klasik gitar öğreteyim" dedi. Sütten ağzı yanan bizler yoğurdu taa gelişinden tanıdık... kimse gitar almadı, olan da varsa getirmedi derken derslerde hoca çaldı biz söyledik. Oh mis! 
Bu arada zamanın dizisi Süper Baba'nın müziğinde çalanın bizim flütlerden olduğunu kabullenmek benim için çok zor olmuştu. Yani flüt resmen, gerçekten bir enstrümandı ve çalışıyordu! İnanılır gibi değildi. 
Yıllar içinde taşındığımız evlerde(biz çok taşınırdık) hep flüt çalan bir alt komşu/üst komşu çocuğu olurdu! Nasılsa hep benim odamın orda odaları olurdu!!! Ah o şarkılar hep TİAHBS hep TİAHBS!


   

18 Aralık 2010 Cumartesi

Aşk bir bıdı bıdı bıdıdır

Ben yazarların yalancısıyım. Pembe bulutlu rüyamdan bahsetmiş miydim? Altında gezinen mavi martının elimdeki mektubu çaldığı?
"Dikkat et romantizm ölüyor!" demişti bana, mektubu tutan komik gagasının arasından...
Bunu anlattığım bir arkadaşım, "ben martıları hiç de sevmem.." dedi, "balıkçı amcamın gözünü yediler."
Bence komik gagalı mavi martı da benim mektubumu yedi. Göz yiyebilir miydi bilmiyorum. "Tanrım lütfen kuşlar o kadar da acımasız olmasın" diye dua ettim içimden.
Ha... ne diyorduk? Aşk bir bıdı bıdı bıdıdır. Herkes öyle söylüyor ne de olsa.